2 Mayıs 2013 Perşembe

Yarabandı aşklara...



Kiracısı olan bir eve yerleşemeyeceğin gibi, içi başkasıyla dolu bir kalbe de giremezsin. Kalbi boşaltıp, kendime yer açayım ve yerleşeyim dersen eğer, sadece o kalbin temizlikçisi olursun.. İşin bittiğinde  ve dinlenmeye niyetlendiğinde, sana yer olmadığını görürsün… Çöpçüler gibi, başkalarının bıraktığı kalıntıları temizlersin ve yenilerine yer açarsın. Ama asla yeni çöpleri atan sen olamazsın. Yoldan geçen bir çöpçü olarak kalırsın … Çok istediğin bir şeyi almak için beklediğin uzun kuyruğun sonunda, kapanan kepenglerle yüz yüze gelmek gibi bir şey bu. Boynun bükülür ve yeni can kırığınla beraber yoluna devam edersin. Biraz daha eksik, biraz daha yarım, biraz daha mutsuz ve umutsuz.

İkinci el bir eşya gibidir kalp. Ne kadar çok hırpalanmışsa o kadar da yorgundur, küskündür. Aynı zamanda korkaktır. Tek savunması güvenememektir. Tanımak ister, sevmek ister ama güvenmek istemez. Kafasında hep soru işaretleri vardır. Sıkıştığı yerde de “güvenemiyorum” der. Aslında konu bu değil bu sadece bahanedir. Aşkla yeniden dolan bir kalpte bahanelere yer olmaz, tilkiler yer bulamaz… Yeniden sevmiştir, yeniden aşık olmuştur. Geçmiş ise yerinde yani geçmişte kalmıştır. Şayet yanıbaşınızdaysa geçmemiş ve emin ol seninle de geçmeyecektir. Taa ki yeniden aşkla tanışana aşkla dolana kadar…

Kimselerin yara bandı olmayın... Kendi aşkınızın yazarı ve başrolü olun...

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Oldum ben!


Aslında aşağı yukarı ne istediğimi biliyordum. Yinede rafları kitap dolu bir dükkana girince kendini kaybediyor insan.. Kitaplar arasında biraz dolaştıktan ve kokularını içime iyice çektikten sonra aradığım kitaplara bakmaya başladım. İlk kitabı buldum ancak ikincisi yoktu. (Sinestezi diye bir rahatsızlığın anlatıldığı bir roman. Bir arkadaşımın elinde gördüm ve o günden beri aklımın bir ucunda duruyor.) Bende başka kitap arayışına girdim ve o esnada gözüme kasada duran adam ilişti...

Orta boylu, göbekli, tepesi açık kendi halinde bir adamdı. İçimden bir ses “ona sor” dedi. Adam sonuçta kitapçı ve mutlaka bana önerebileceği bir kitabı vardır diye düşündüm. Sonra egom “boşver boşver! şu tipe bak hiç kitap okuyacak adam tipi var mı?” dedi.. Malum ben kitap okuyacak adamı tipinden tanırım ya! Oldum ya ben!... Elimde iki kitapla kasaya geldim. Adam bir kitaplara baktı, bir bana… ve “bak abicim” diyerek ve samimi ve babacan bir ses tonu takınarak benimle konuşmaya başladı. Elinde bir kağıt parçası vardı ve onu açmaya başladı, özenle düzeltti ve “bak abicim, bunlar benim son bir yılda okuduğum kitapların listesi” dedi.. Göz ucuyla listeye baktığımda yaklaşık 100 adet kitap adının yazılı olduğunu gördüm. Biraz daha dikkatli baktığımda ise çoğunun klasiklerden ibaret olduğunu… O an adam benimle konuşmaya devam ediyordu ve o listeden bana kitaplar önermeye başlamıştı. Ama ben onu dinliyor gibi gözüksem de zihnimin derinliklerine inmiştim. Fiziken orda ve onu dinliyordum ama ruhen tamamıyla gömülmüştüm. Kendi içimde “yer yarılsa mı acaba ben buraya sığar mıyım” gibi şeyler düşünürken listeyi elimden alarak ilerledi. İstemsiz bir şekilde onu takip ettim. Bembeyaz kitapların yer aldığı rafların önünde durdu. Ve kitaplar arasında gezinmeye başladı. Bir süre onu izledim ve "ne arıyorsunuz?" Diye sordum.. “sana vereceğim kitapları, onlar ne öyle dandik kitaplar almışsın” diyerek kasada bıraktığım kitapları gösterdi. Normal şartlarda işime karışılmasından hele ki bu şekilde konuşulmasından acaip rahatsız olurum. Ancak bu adamın tavrı beni rahatsız etmedi. Sonra elime kitap tutuşturmaya başladı. Verdiği her kitap klasik… ben ki okumaya erinirim onları.. ama adam ard arda klasikleri sıralıyor ve “bu yazarlarla tanışman lazım, bırak onları” diyordu. Tanımadığımı nereden biliyordu ki? Tanışman lazım dediği yazarları ise kendisi bizzat tanıyor ve hepsi hakkında kısa bilgiler veriyordu. Kitaplar arasından bir tanesini seçtim ve yazarı hakkında kendisinden biraz bilgi aldım. Muhtemelen “bu kitabı okurken sıkılacaksın ama asla bırakmamalısın” dedi. Bende bu konuda biraz sıkıntılıyım. Kitap sarmadıysa zorlamam ve sonra okunacaklar arasına girer. Bunu söylediğimde ise “kapağını açtığın kitabı okuyacaksın, sıkılsanda patlasanda bitireceksin.. kitap yarım bırakılmaz. Ayrıca bu kitabı okurken zorlanacaksın ama birkaç sene sonra hala bu kitaptan bazı bölümleri hatırlayacak ve yaşamında karşılaştığın olaylarla benzediğini farkedeceksin” dedi… Etkilendim.. hemde fazlasıyla...

Satıcı ile aramda geçen bu diyalog onun belki de her gün yaşadığı olağan bir durumdu. Ama benim için ön yargılarımın beni nasıl yanlış yöne saptırdığını gösteren kendi adıma ibretlik bir olaydı. Dükkandan çıkarken kendisine her ay uğrayacağımı ve onun önerdiği bir kitabı alacağımı söyledim ve ön yargımı da önüme katarak oradan sessizce uzaklaştım…

1 Nisan 2013 Pazartesi


Aslında herşey bir “kusura bakma” uzağında… 


Evet eski dostum…  Sıfatının önüne eski geldi ama yakıştığından, eskidiğinden yada varlığının olmayışından değil…  ama eskiden de daha güzeldi değil mi herşey? Birbirimizle konuşmak için bahaneler aramazdık. Aklımıza ve ağzımıza geldiği gibi konuşurduk. Kırılmazdık çünkü gönlümüzü bilirdik. Bir bakışma bir gülüşme çocuklar gibi olmamıza yeterdi…

Hep zamana atarlar suçu. Zamanla çok değişti… zamanla kıymetimi anlar… zamanla.. zamanla…Sana zaman bir şey yapmadı, sen anne oldun sadece…  Belki benim ömrüm boyunca tadamayacağım bir duyguyu tattın. Ve ömrüm boyunca anlayamayacağım bir korkuya ve koruma içgüdüsüne sahip oldun. Senin içinde fırtınalar koparken benim bunu hissedememe nedenimde bu. Bazı duyguların tarifi yoktur ancak yaşamak gerekir. Bu yüzden bazı anlarda “seni anlıyorum” kelimeleri koca bir yalandır. Asla anlayamam… Asla ne hissettiğini bilemem.  Asla senin O’na baktığın gibi bakamam… Ama seni ve O’nu sevebilirim. Hemde her zaman… 

Bazen bakışlarında bir mahcubiyet görüyor gibi oluyorum ama çok çabuk kayboluyor. Belki de bana öyle geliyordur. Belki görmek istediğim için görüyorumdur…

Senden tek beklentim omzuma dokunup, “kusura bakma” demendi. Sabırla bekledim ve bekliyorum da. Sadece bu iki kelime herşeyi unutmama yetecek. Aslında herşey bir “kusura bakma” uzağında…

Kırılanı onarmak bende bu kadar kolayken, neden insanlar bundan eriniyorlar... 

Sevgiler ben…

27 Mart 2013 Çarşamba

Çador'dan...

Tek başına kalan insanın kapladığı o güçsüz yeri kaplamaya çalışıyorum. Varlığım bir toz bulutu, daha sert bir rüzgarda tozanlarına ayrışarak dağılıp gidecek bir toz bulutu. Benim kalıbımda bir boşluk bu. Sıcağın, şehrin ve çölün ortasında zamansızmış gibi duran bir boşluk. 

Murathan Mungan - Çador

22 Mart 2013 Cuma

Toz alalım...

Epey tozlanmış buralar.. Tozlar etrafa saçılırken çok fazla şey birikti, çok fazla şey değişti. Camlar temizlendi, hatalar farkedildi, hata sanılanlar onarıldı, yaralar sarıldı hatta yenileri açıldı... uzun zamandır kaleme alamadığım çok şey oldu... kafam biraz karışık bu yüzden. nereden başlamak gerektiğini bilemiyorum. 

Cem -Hoşçakal diyor şuanda kulağımda.. şöyle bir dönüp baktığımda aslında çok insana hoşçakal dedim ben. Kiminin yüzüne sesli sesli söyledim, kiminin hala haberi yok. Bazı insanlara kolay veda edebiliyorsunuz ama bazıları var ki... işte düğüm onlarda.. aslında onlara da veda ettim. sadece yüzlerine söyleyemedim...

Bugün kırgınlıklarımı neden finalize edemediğimi düşünüyordum...Karşınızdaki insana duyduğunuz sevgiye göre kırgınlık ve onun tamiri de değişiyor malum. Şunu anladım ki zaten benim için hayatımın renkleri olan arkadaşlarıma değilde gönlümde özel oda ayırdıklarıma kırılıyorum yada güceniyorum ben.. Zaten normalide budur ancak eskiden bende işler biraz daha farklıydı...  Sorun şurda; senin bu denli kıymet verdiğin insanlar sana bu denli kıymet vermiyor... hal böyleyken de sende oluşan hasarı tamir etmek için bir çaba sarfetmiyorlar. Kendileri için bir sorun olmadığından seninde aynı olduğunu düşünerek yollarına devam ediyorlar. Hata ise senin hala sevilme ve kırıklarının yapıştırılmasını beklemen... bekleme.. o kırıklardan ömür boyu su sızmaya devam edecek.. sen yenilerinin oluşmasına izin verme.. koru kendini...

...